İçeriğe geç

Öğrenmek

     Sahip olmak düşüncesine yönlendirilmiş öğrenciler, bir dersi dinlerken bir yandan anlatılan şeyler arasındaki mantıklı bağları yakalayarak kavramaya çalışırken, öte yandan da bütün anlatılanları defterine not ederek, gelecek sınavda başarılı olmayı amaçlar. Ama bu arada, anlatılan şeylerin içeriği üzerinde pek düşünmez, ona karşı bir tavır almazlar. Böylelikle öğrendikleri şeyler, onların düşünce dünyasının bir parçası haline gelmediği için, kişisel gelişimlerine hiçbir katkıda bulunmazlar. Bu öğrencilerin yaptıkları, duydukları ve hafızalarında sakladıkları teorileri, yeri geldiğinde eksiksiz ve katkısız olarak yinelemekten ibarettir. Konunun içeriği ile öğrenci, birbirlerine yabancıdırlar. Öğrenci, başkaları tarafından varılan (ya onların kendi vardıkları ya da başkalarından alıntı yaptıkları) bazı sonuçların mülkiyetini eline geçirmiş, bu düşüncelere “sahip olmuştur”.

     Öğrencilerin tek amacı vardır: “Öğrenilmiş” olanı saklayıp tutabilmek. Bunun için, ya bunları hafızalarına iyice yerleştirmek ya da bazı notlarla, grafiklerle ve çizimlerle kağıda geçirmek zorundadırlar. Yani bir şey yaratmalarının veya olağandışı bir becermelerinin hiç gereği yoktur. Sahip olucu karakter yapısındaki birisi için, yeni düşüncelere ve fikirler, daha önce kafasına yerleştirdiği şeylerin tümünün yeniden gözden geçirilmesine ve yeni sorular sorulmasına yol açacağından, rahatsız edici olacaktır. Dünyaya bakış açısı ve insanlarla ilişki biçimi, sahip olmak ilkesine göre ayarlanmış bir insan için kolayca sınıflanamayan, böylece de gelişen, değişen ve denetim altına alınamayan her düşünce, huzursuz edici ve korku vericidir.

     Yaşama “olmak” ilkesi açısından bakan öğrenciler içinse, öğrenme süreci bambaşka bir değer ve kalite taşır. Onlar bir derse boş bir zihinle ve hiçbir fikirleri olmadan girmezler. Dersin konusu üzerinde önceden düşünmüşlerdir ve belki akıllarına takılan bazı sorular vardır. Yani öğrenecekleri şey ile bir hesaplaşma sürecine girmişlerdir ve bu konu onları ilgilendirmektedir.

      Ders sırasında anlatılanları yalnızca yakalayıp not etmekle kalmazlar. Dinlerler, ama pasif bir dinlemeden farklı olarak, olaya aktif bir tepki gösterirler ve üretici biçimde yaklaşırlar. Dinleme eylemi, onlar için canlı bir süreçtir ve öğrenci, duydukları kendi bilgileri arasında paralellikler kurarak, kendi düşüncesini geliştirmeye yönelir. Kısaca, ders bitince elinde kalan, eve taşıyıp sonradan ezberleyeceği bir anlatı paketi değildir. Öğrenci ders sonrasında eskiye oranla değişmiş, başkalaşmıştır. Her yeni bilgi, onda bazı yeni gelişmelere yol açmaktadır. Tabii bu tür bir tepki alabilmek için, dersin konusunun ilgi çekici ve iyi sunulması da gerekmektedir. Bir sürü boş sözü arka arkaya sıralamakla öğrencilerden canlı bir tepki alınamaz. Böyle bir durumda, öğrenciler kendilerini derse değil, akıllarından geçen başka düşüncelere kaptıracaklardır.

Erich Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak, Say Yayınları, 2017

Beğendiyseniz paylaşın.
Bir yanıt yazın